Bir zamanlar hurufiler yaşardı bu memlekette |
Çok az sual hakikaten sormak amacıyla yöneltilmiştir bu hayatta. Çoğu zaman sualler, aslından önceden verilmiş hükümlerin beyanıdır. Velhasıl ‘neden İngilizce roman yazdınız, yazıyorsunuz?’ sorusu da çoğu kez, ‘mademki bir Türk romancısısınız, anadilinizi bırakıp İngilizce roman yazmamalısınız!’ hükmüyle beraber akar.
@Ya hep ya hiç mantığıyla yaşamaya alışmışız bir kere. ‘Oradan mısın’ yoksa ‘buradan mı?’ İngilizce yazıyorsan Türkçeyi terk etmişsin demektir bu çarpık mantığa göre. Ya-o-ya-bu’culuk kadim düşünce tarzıdır Türkiye’de. Ona inat üçüncü bir yolu zorlamak gerek. Zira itikadımca, çok dilli, çok kültürlü, hatta ve hatta çok inançlı dahi olmak mümkün. Kaldı ki öyle fersah fersah uzaklarda değil, Osmanlı’da da vardı bunun örnekleri, bizzat kendi tarihinin içinde. Arapça, Farsça, Türkçenin bir arada yoğrulduğu, yer yer Rumca, Ermeniceden kelimeler de alan ama sentaksı Türkçe kalan bir dil değil miydi Osmanlıca? Birden fazla dil konuşarak yaşayan ve bunu doğal addedenler yok muydu? Çok uluslu ve çok dilli bir imparatorluk değil miydi bu? Nerede şimdi o dilsel miras, o dilsel zenginlik?
Dil demek harf demek benim için. İster İngilizce yaz, ister Türkçe, hepsinin temelinde harfe olan aşk var. ‘Bir nokta, GÖZ’ü KÖR eder’ demişti vaktiyle şair. Tek bir nokta anlamı böylesine altüst etmeye muktedir. Yazar, evvela harfe aşık olacak. Olacak ki canı yansın tek bir kelime dahi yitip gittiğinde; olacak ki, mucizesini tadacak kelimelerin, tek bir harfin yerini değiştirerek yeni yeni anlamlar elde ettiğinde. O kadar seveceksin ki kelimeleri yetecekler sana demişti Cemil Meriç. O kadar çok seveceksin ki harfleri yetecekler sana...
Unutma ki, vaktiyle Hurufiler yaşardı bu memlekette.
Hurufi ki
harften manalar devşirir,
Hurufi ki
harfle ağlar harfle sevişir;
Hurufi ki
insanın yüzünde harfler, harflerin yüzeyinde insancıklar bulur
Hurufi ki
Sûret okur, sûrette kaybolur...
Vaktiyle Hurufiler yaşardı bu memlekette. Şimdi bir masal diyarı kadar uzak olan geçmişte, bir masal kahramanı kadar gerçeküstü gelen ve en az bir harf kadar yalnız olan bir Hurufi dervişi... Yetenek mi yoksa lanet mi, hediye mi yoksa kahır mı; baktığın her suratta bir sûret görme yetisi? Kaç kişi hazırdı bunu yapmaya? Sahi bir avuçtular, ne kadar azdılar. Kaç kişi hazırdı kendi sûretinde sonsuzluğu bulmaya? Ne kula kulluk, ne efendilik taslamak... Çünkü harfler nasıl hem farklı hem de eşit ise, harfler nasıl birbirlerine muhtaç ve aşık ise, insanlar da öyle olmalı, öyle kalmalı.
Hurufi ki
suçlandı, kovalandı, yanlış anlaşıldı ve mahkum edildi
yaradılanın suratında Rab’dan ibareler gördüğü için?
Hurufi ki
suçlandı, kovalandı, yanlış anlaşıldı ve mahkum edildi
insanı eşref-i mahlukat bildiği için? |